24 Nisan 2017 Pazartesi

kapalı ev

kapı çaldı.
ısrarla çaldı.
anladım sen olduğunu.
ya bir nevi kapı çalma şifresiydi bu
ya da kapılarla ilgili büyük sorunların vardı.
gökyüzü gri,
tıpkı sen gibi
gözlerin gibi.
bütün pencerelerim açık şimdi
sert bir rüzgar eser ürperirsin
girme içeri.
dışarıdaki çocuk 
dün gece kafam dumanlıyken yazıp
pencereden bir bir attığım
uçak şeklindeki şiir dolu kağıtları topluyor.
saksıdaki tüm çiçeklerim ölmüş.
girme içeri.
yalnızlık kokuyor ev
biraz küf, biraz kitap, biraz mürekkep, biraz da tütün.
girme içeri.
eskici geçiyor gürültülü mahalleden
birilerinin kızı, oğlu oldu bir yerlerde
balon satan amcaların gözleri çocukları arıyor boş caddelerde.
neyin ısrarı bu?
girme içeri.
yerde kırılmış kadeh camları
kan misali dökülmüş kırmızı şarap
masamda yarım kalmış tonlarca şiir
hepsi seni anlatır,
yalnızca seni
girme içeri.
bak gök yarılacak neredeyse
kızgın sana, bak
anla
akıtacak biraz sonra bulutlar tüm göz yaşlarını
girme içeri.
girme.
git yıkan bulutların kederinde
sen kirlisin artık
mürekkepli ellerimden de kirli.
haydi 
girme içeri.
dön geri.
bu kapı sana açılmayacak
dön geri..





                                                                                                                     24.4.17

23 Nisan 2017 Pazar

bitiş

gözlerindeki o anlamsız bakışları hatırlıyorum
o kadar boş, o kadar hissiz..
bunun olacağını dün gibi biliyordum.
her ilişkinin bir son kullanma tarihi vardır.
bizimkisinin süresi aylar önce bitmişti.
fakat biz boş bir çaba içindeydik
ya da sevişmelere doyamıyorduk bir türlü.

saat: 23.54
biranı yudumluyordun.
yan masalarda iki üç adam kalmıştı bizden başka.
yüzlerindeki keder, önlerindeki rakı bardaklarına yansıyordu.
bir sigara yaktım konuşmaya başlarız belki
sonra biter, eve giderim diye.
gözlerime bile bakacak yüzün yoktu.
ama ben her ayrıntını hafızama kazıyordum o an.

ilk buluşmamızı düşündüm.
bir perşembe günüydü.
beyaz bir gömlek giymiştin.

nihayet göz göze gelmiştik.
biran bitmek üzereydi.
acele ediyor gibi bir halin vardı.
dumanı sertçe suratına üfledim.
sıfatını hiç bozmadın.
bekliyordum.
her an klişe bir ayrılık cümlesi duymaya hazır
büyük bir ciddiyete bürünmüştüm
tıpkı senin gibi..
konuşmadın.
bu sessizlik beni sağır edecekti.
bir ayrılık konuşması yapacaksın be adam,
topu topu iki üç cümle
onu bile kuramıyorsun ya, pes!
zaten kelime dağarcığı zayıf bir adamdın.
ne bir kitap alırdın eline
ne de ezberinde bir şiir vardı.
tam bir hayal kırıklığıydın demem o ki..

masaya 43 lira bıraktım
ve çantamı alıp masadan kalktım.
"hoşça kal." dedim.
tek bir kelimeyle bitirmiştim iki yıllık bir ilişkiyi
o ise bunu bile becerememişti.
kelimelerle arası iyi olmayan cahil herif!
"kendine iyi bak." dedi,
"yine de çok güzeldi" diye ekledi.

öyleydi.
güzeldi.
fakat biz birbirimizi acıdan öldürmüştük.

Mezar yazısı



Bir gün beni sevecek olursun, 
Severken cesur ol küçük.
Öpüşürken ağırlaşıyorsa dudakların
Ve sağırlaşıyorsa ne varsa olan biten. 
Puslanıyorsa karalar ve ıslanıyorsa başkaların,


Öp, düşünme. 
Bakarsın o zaman alırım seni.

Bir karakolun önünden geçecek olursun,
Geçerken adaletsiz ol küçük.
Ruhum oradadır içeride. 
Kırık bacaklı bir sandalye ve ileride, 
Benden kopmuş bir kaç kırık cam parçası.
Bu baharlar artık değmiyorsa dışarıda el ele gezmeye

Dal içeri, düşünme…
Bakarsın o zaman alırım seni.

Bir mezarlığın önünden geçecek olursun
Geçerken metin ol küçük. 
Bir gün sen de gireceksin o aydınlık çemberin içinden. 
Soğuk ve tozlu taşların arasında ararken ismimi,
Sızlıyorsa için ve kanıyorsan derinden;

Öldü de, düşünme. 

Sayılı nefes çabuk tükenir. 
Heyecanlanma, biteceksin.
Unutma! 
O hayat seni yoracak, 
Sen bana geri döneceksin.

Bir gün tekrar karşıma çıkacak olursun,
Pişman olsan da dik dur küçük.

Bakarsın o zaman alırım seni...





                                                                                                                                                 -can bonomo
                                                                                 
biz yaklaşırken yaza
bir zamir buldum sana
adı da "sen"
ne güzel "biz" olurduk
sen terk edip de gitmesen
bir son buldum sana
adı elveda.


baştan sona tekrar oku bu şiiri.
daha da yazmam sana...

vasiyet

Ben ölürsem, bir kutuya koyun İstanbul'u
Altın olsun kutu
Ölmek kolay sanılmasın
Bir çocuk şiirler okusun meydanda
Üvercinka mesela
Annem mavi giyinsin
Kimse ağlamasın
Galata Kulesi'ni ilk isteyene verin
Beyoğlu'nu göğe
Beni kitaplarımla gömün ölürsem
Şiirim toprağa karışsın
Ben ölürsem bir kutuya koyun İstanbul'u

Uyumasın,
Gözleri karanlığa karışsın.

KENDİNİ TAŞIMA RUHSATI


              ...bir kader kağıdı yazdım sana,
                 en başa kendimi yazdım.
            bir başkası da beni kendine yazacaktı belki
               ve bu böyle sürüp gidecekti.
                yıkılmanı istemezdim doğrusu,
             yıkılmak sana göre değil.
                  sen bir dağsın, ben değil.
                      gölgendeyim, elimde değil.




kül

Kaç sene oldu sahiden?
Sahi, kaç ömür geçti vazgeçeli 'sahi'den?
Ben o sırada, beni bıraktığın yerde,
İntiharını izliyordum.
Bakır tadı geliyor insanın ağzına,
ruhu her kanla karıştığında.
"Elveda." diyorsun
Kan gibi,
"Eyvallah." diyorum,
Kanmış gibi..




                                                                                       -celil nalçakan
bizim seninle mizacımıza uygun
rakı masalarımız vardı.
o anların hakikati için
şimdi ne yazsam
kendiliğinden şiir olur.








                                                                                               2.3.15
ama kimse bilmiyor,
gece sokaklarda 
dolaşırken,
kendimi öldürecek 
bir 
yer aradığımı..





                                                                                                
                

                                                                                                                   03.17

10 Nisan 2017 Pazartesi

374. Mektup

                                                                                                                                                25.3.17


Sokaklara attım yine kendimi.      
Nereye gideceğimi bilmiyorum. 
Bana özel bir yer, bana ait olan bir mekan yok.
Sen açık denizlere yüzerken, ben neden kıyıda kalıp izliyorum?
Bu hiç adil değil.
Yeniden bir şeyler hissetme çabası içindeyim. 
Gülümsediğini hissedebiliyorum.
Duygularımı aldırmamdan bu yana böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim.
Sanırım çekilmez bir hal aldı.
Bomboş hissetmek, ot gibi yaşamak.
Tüm duygularımı seninle birlikte gömdüm ben o mezara, 
sana emanet ettim.
Geri almalı mıyım?
Bilmiyorum Menan, inan bilmiyorum.
Canımın yanmasıyla yeniden bu denli yüzleşmek isterken
bir yandan da bunun beni korkutuyor olması normal mi?
Kendimi eksik hissediyorum.
Bir yandan da,
Zaten eksiğim, daha ne kadar azalabilirim ki? 
diyorum.
Kıyısında hissediyorum yaşamın.
Öylesine tutunacak bir şeyim yok ki,
biri itse, düşeceğim o denize.
Tek bir kurtaranım olmayacak ve
yüzmeyi öğrenmediğim için 
bir kez daha kızacağım kendime.
En sonunda da boğulup gideceğim,
senin gibi.
Çiçekler açtı ağaçlarda.
Bunu göremiyor olman üzücü.
Ama ben görüyor olduğunu düşünmek istiyorum.
Sonra da bir başka şey takılıyor aklıma.
Burayla işim bitti diyorum.
Gitmeliyim belki de buradan.
Uzaklara.
Herkesten uzağa.
Düşüncelerimi burada bırakıp gideceğim.
Hayal kırıklıklarımı, 
üzüntülerimi,
umutlarımı,
hayallerimi,
hepsini bırakacağım.
Bir tek seni bırakmayacağım.
Bir tek sen olacaksın yanımda
kimsenin bilmediği,
yüreğimin en güzel,
en gizli,
en derinine sakladığım..


8 Nisan 2017 Cumartesi

Cobain'in İntihar Mektubu..

Daha çocukça şikayetleri olan, tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak. Bu bayağı kolay anlaşılabilir bir not olmalı. Yıllar boyunca,diyelim ki, cemiyetimizin serbestliği ve benimsemesi ile ilgili ahlak punk rock 101 derslerinden alınan öğütlerin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamıştır. Çok uzun yıllardır okuyup yazmakla birlikte dinlemekten, yaratmaktan da olduğu gibi heyecan almadım. Bunlar için kelimelerle anlatılamayacak bir suçluluk duyuyorum. Mesela sahne arkasındayken ve ışıklar sönüp kalabalığın çılgın tezahüratı karşısında, beni hayran olduğum ve kıskandığım Freddy Mercury'e olduğu gibi etkilemedi. Gerçek şu ki sizi aptal yerine koyamam. Hiçbirinizi. Bu basitçe ne sizin ne de benim için adil değil. Aklıma gelen en kötü suç, insanlara karşı sahtekarlık yapıp %100 eğleniyormuşum gibi görünerek dolap çevirmek. Bazen sahneye çıkmadan önce saati yumruklamak, zamanı durdurmak geçiyor içimden. Kulisteyken, ışıklar söndüğünde duyduğum çığlıklar da etkilemiyor beni. Gücümün yettiğince değer vermek için her şeyi denedim ve deniyorum. Tanrım, inan bana deniyorum, ama bu yeterli olmuyor. Benim ve bizim birçok insanı etkilediğimiz ve eğlendirdiğimiz gerçeğine saygı duyuyorum. Elden kaybolduktan sonra kıymet veren biri, o narsistlerden biri olur. Ben çok hassasım. Bir zamanlar bir çocukken sahip olduğum hevesi yeniden kazanmak için biraz uyuşmaya ihtiyacım var. Son üç turumuzda şahsen tanıdıklarıma ve müziğimizin hayranı olan tüm insanlara daha çok değer verdim, ama hâlâ herkes için beslediğim asabiyet, suçluluk ve anlayışı aşamadım. Hepinizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çok ki, bu beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen balık burcu. İsa oğlum! Neden tadını çıkarmıyorsunuz? Bilmiyorum!İhtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi çok fazla hatırlatan bir kızım. Sevgi ve neşe dolu, her gördüğü insanı öpüyor çünkü herkes çok iyidir ve ona kimse zarar vermez! Frances' in üzgün, kendine zarar veren, ölü bir rock'çı olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum. İyi yapıyorum, çok iyi. Ve minnettarım, ama yedi yaşından beri insanlara karşı genel bir nefret duydum... Sırf insanlara iyi geçinmek ve anlayış sahibi olmak çok kolay görünüyor diye. Anlayış! Sanırım sadece insanları çok sevdiğim ve onlara çok üzüldüğüm için. 
Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilginiz için alevler içindeki mide ağrısı cehenneminden hepinize teşekkür ediyorum.
 Ben çok kararsızım, ümitsizim! 
Artık eski tutkum yok, ve şunu hatırla, sönüp gitmektense yanmak daha iyidir. 
Barış, sevgi ve hoşgörü dileğiyle. 
Frances ve Courtney sunağınızda olacağım . 
Lütfen devam et Courtney. 
Frances için hayatı çok daha mutlu olacak bensiz... 
Sizi seviyorum, sizi seviyorum..

7 Nisan 2017 Cuma

sığınıp anılara, geçilmiyor ki uykulara..

Adam "miniğim" diye sevdiği kadının
ellerini kavradı. Tekrar öptü.
Yarınlara korkusuzca koşması için,
ellerini daha sıkı tuttu, yüreği yüreğini
daha güçlü sardı bu gece. 
Dudakları, dudaklarına değdi. Zaman
o anda durdu. Kurallar o anda yitirdi anlamını.
Bir çocuk dünyaya yeniden gözlerini açtı.
Bir şair aşık oldu.
Bir şiir, onlar için yazıldı.
Yeni bir yıldız keşfedildi gökyüzünde,
dolunaya en yakın yerinden. 
İsmini aşk'tan aldı. 
Bir balık sesini ilk kez duyurdu.
Ardından kadın minik harflerle fısıldadı:

"Zamanın dışında bir hayat var mı diye sormuştun.
Seninle olduğum her an, zamanın dışında bir hayat. 
Ne ölçebildiğim, ne algılayabildiğim, ne doyabildiğim,
ne doymak isteyeceğim.. Tüm saçmalamam bundan."

azalarak

Kendimi;
Büyük heveslere alınmış,
Evde köşesi bile ayrılmış,
Sonrasında sadece dekor olarak kalmış beyaz kuyruklu bir
piyano gibi hissediyorum.

Evde kimse yokken peslerde gezinen,
Kalabalıklar içindeyken tüm asaletiyle kenarda duran,
Ona dokunmasını bilen birini bekleyen,
Aslında beklemeyecek kadar da yorgun.

Artık paylaşılmayan iki yastığın üst üste konduğu,
Huzursuz uyanılan her sabaha,
Bölük,
Kırık,
Yıkık,
Kanatan tüm yaralara,

Bir anlığına sen zannettiğim insanların
hızlıca önüne geçip
yüzüne baktığım her yanılsamaya,
Gözlerini görmeden
Gülüşünü duymadan
Kokunu hissetmeden
Ellerine dokunmadan geçirdiğim her dakikaya,
Kimseye inanmamaya,
Güvenmemeye
Sarılmamaya
Dökülmemeye
Kendimden bile uzaklaştığımı hissettiğim bu zamanlara,
Hiç bir şeyden tat almadığım,
Günlerce uyumak istediğim, 
Kursağımdaki heveslerden yutkunamadığım,
Şahsımdan hazzetmediğim,
Giderek her şeyden ve
herkesten uzaklaştığım bu hayata inat...

Hala yaşıyor ya insan, heyhat!

'Nasılsın?' demişsin.
Hayattayım.

Hala nasıl oluyorsa işte.
Bir şekilde.


dünyanın bir diğer ucuna da gitsen, her köşeyi döndüğün yerdeyim. bir gün adımı unutacak olursan, bana benzesin tüm sevdiklerin.

Her gün aynı yolu yürüyor, aynı gökyüzünü izliyordum. Bazen bu işi biraz abarttığım ve günlerce aynı kıyafetleri giydiğim bile oluyordu. Hayatımda ne mutluluğa ne de hüzne dair hiç bir şey yoktu. Tabiri caizse bir ot gibiydim.
Sanki yaşamıyor, yalnızca nefes alıyordum.
Duygularımı yakın bir zamanda aldırmıştım ve çok pişmandım.
İyi veya kötü bir şey hissetmediğim bir hayata yaşamak diyemezdim. 
"Şu kalbimin ortasına bıçaklar saplansa da ufacık bir şey hissetmiş olsam." diye dua ediyordum. Hayatta en kötüsü hissiyatsız kalmakmış, geç anlıyordum. Her gün o kadar önceki günün aynısıydı ki, insanı aptalca sayılabilecek bir döngüye sürüklüyordu. 
İşte böyle günlerden birinde, tam da o aynı gökyüzünü izlerken, seninle karşılaştım. 
Aşk; önceden tanıdığım, sonrasında tövbeler ettiğim, bugün yine ne pahasına olursa olsun peşinden koşmak istediğim bir duyguydu. Yerlere düşmeyi kabul ettim. Yüzünü çevirip gitme ihtimalini bir kez düşündüm, bir daha aklıma getirmedim. Bir insan rüyalarınıza giriyorsa yanına gitmeniz gerekmez miydi?
Yine o aynı gökyüzünü izlerken anladım ki, bu sefer farklı bir şeyler vardı. Bugün, baktığım yıldızları görebiliyordum. Bilincim açılmıştı. Seni bulmak benim için bir aydınlanmaydı. Hep söylüyorum ya, aşka düşen bir insan başka biri olarak buradan çıkıyordu. Bu yüzden varlığına ulaşma çabası benim için her şeye değerdi.
Sonunda burada yanımda olup olmamanın hiçbir önemi yoktu. 
Bugün benimle aynı gökyüzünü izliyordun, önemli olan sadece buydu. 
Gecenin bir yarısı heyecanla uyanıp gülüşünü anımsıyordum. Sen hiç kimseye karşı bunları hissetmiş miydin? Bir insanı sevmenin ne olduğunu benim gibi biliyor muydun?
Beni sevebilme ihtimaline dair bir hayal dahi kurmuyordum. Sen karşımda duruyordun ve çok güzeldin. Gerisi umrumda değildi. 
İstersen hiç sevmezdin beni ama yine de uzaklara yollayamazdın. Sen elimi tutmasan da ellerim seni bırakmazdı. Hayallerim peşinden gelir, sana hissettiğim tüm duygular kafanın etrafında dolanırdı. Hem de sonsuza kadar..
Artık çekip gitsen bile, aynı gökyüzünün altında nefes aldığımızı biliyordum.
Ve bu yaşamama yetiyordu.

bir mektup kırılganlığında

Baharlarımızı çaldılar sevgilim.
Bize mevsimin kışı kaldı.
Bu yüzden sana yolların çıkmaz sokaklara vardığı
yerlerden yazıyorum.
Buralarda sokak lambası yok, evler eski.
Bir sözden ötekine bütün sözlerden pis bir küf kokusu var.
Senin yanına gelmek ne mümkün, köşe başlarını tuttular.
Elin başka ele değdiğinden beri
duvarlara yazmaz oldu mahalledeki çocuklar,
pencere kenarı çiçekleri soldu,
rafa kalktı sevdalar.
Çorak topraklardan ince bir sızı gibi akıyor
inandığım her şey
bu memlekette artık kimse eskisi kadar güzel değil.
Ben de kapattım televizyonu,
duvarlara bakıyorum.
Duvarlara bakmak güzel sevgilim. 
Duvarlara sarılmak da.
Tam bir deli cesareti şu tutunma çabam anlayacağın
oysa doğduğum andan beri bir kavganın içindeyim
milim milim yanıyorum otobüs duraklarında
hatta kavruluyor içim kavrulmasına da
ilacı yok.
Çaresi yok.
Çünkü çarelerimizi bile çaldılar sevgilim.
Çarelerimizin yanında umutlarımızı da.
Yine de bu deli ayazda büyük bir itina ile
atlıyorum yarıklardan,
sırf düşmemek için yokluğa,
sırf düşünebilmek için seni bir sabah daha.
Biliyor musun senin köşeyi dönüp gelmediğin her gün
gamlı bir kuş öttü komşunun çatısında
ve kursağıma oturdu son lokması yaşamanın
bu yüzden kapısını iki kere kilitledim sevmelerin,
sımsıkı örttüm perdelerimi,
açmadım kimseye de bir daha.
Mutlu olabilme ihtimalimizi çaldılar sevgilim,
bize sonun en acılısı kaldı.
Çay bahçeleri boş, parklarda köpekler aç.
Yeni köprü yapıyorlarmış,
etrafında dolaşıyorum bir yere varmanın.
Yolları uzattım,
zaman elimde lastik misali.
Toprağa basmayalı bir ömür geçti,
Koynunda boylu boyunca uzanıp bir denizi izlemeyeli..